Sahihi Buhari 2 Cilt - TIPKIBASIMel Câmius sahihul müsnedül muhtasar min hadisi Resulillah sallallāhu aleyhi ve sellem
Ebu Abdullah Muhammed b.İsmail El Buhari - İMAM BUHARİ أبي عبد الله محمد بن إسماعيل / البخاري
İsam Yayınları
Liste Fiyatı :
850,00TL
9789751741165
364767
https://www.salihkitaplar.com/sahihi-buhari-2-cilt-tipkibasim
Sahihi Buhari 2 Cilt - TIPKIBASIM el Câmius sahihul müsnedül muhtasar min hadisi Resulillah sallallāhu aleyhi ve sellem
850.00
İmâm Buhârî’nin Sahîh-i Buhârî adıyla şöhret bulan el-Câmi‘u’s-Sahîh isimli hadis kitabının dünya kütüphanelerinde tespit edilebilen eksiksiz en eski tarihli yazma nüshasının tıpkıbasımı yapıldı.
Yazma Eserler Kurumu ve İSAM işbirliği ile ilk cildi tıpkıbasım diğer cildi inceleme yazıları ve fihristten oluşan tanıtım kitabı olmak üzere iki cilt halinde yayımlanan Sahîh-i Buhârî tıpkıbasımı günümüzde Süleymaniye Kütüphanesi, Murad Molla, nr. 577’de kayıtlı bulunan yazma nüsha esas alınarak gerçekleştirilmiştir.
Sahîh-i Buhârî’nin Ebû Zer rivayetinin Bâcî - Sadefî tarikiyle günümüze ulaşan ve 550/1155 yılında Mağrip hattı kullanılarak istinsah edildikten sonra muteber nüshalarla mukâbele edildiği vurgulanan nüshanın üzerinde Endülüslü âlim Ebû Abdullah Muhammed b. Yusuf İbn Saâde’nin (ö. 565/1132) yazısı bulunmaktadır. Endülüs Devleti’nin sona ermesi ile birlikte önce Kuzey Afrika ve Mısır’ı dolaşan nüsha Osmanlı âlimi Musannifek’in (ö. 875/1470) eliyle İstanbul’a ulaşmıştır. Musannifek tarafından Fatih Camii Külliyesi’ndeki Sahn-ı Semân Medreselerine vakfedilmiş olan Buhârî nüshası, bir süre kaybolduktan sonra 12./18. yüzyılda yine Fatih’te kurulan Murad Molla Kütüphanesi envanterine girmiştir.
Yazma eser uzmanı Arafat Aydın ve Suriyeli araştırmacı Dr. Mücîr el-Hatîb tarafından hazırlanan Arapça ve Türkçe inceleme yazılarına eşlik eden ayrıntılı bâb fihristi okuyucunun istifadesini kolaylaştırmaktadır.
el-Câmiu’s-sahîhu’l-müsnedü’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh
sallallāhu aleyhi ve sellem
sallallāhu aleyhi ve sellem
el-Câmiu’s-sahîhu’l-müsnedü’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh
sallallāhu aleyhi ve sellem
Sahîh-i Buhârî - Tıpkıbasım (Süleymaniye Yazma Eserler Ktp, Murad Molla, nr. 577’de kayıtlı nüshanın tıpkıbasımı)
Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil b. İbrâhim el-Buhârî, neşir ve inceleme: Dr. Muhammed Mücîr el-Hatîb - Arafat Aydın
İstanbul: İSAM Yayınları-Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018, Türkçe-Arapça inceleme ve fihrist cildi (81+258 sayfa), tıpkıbasım cildi 260 varak.
sallallāhu aleyhi ve sellem
Sahîh-i Buhârî - Tıpkıbasım (Süleymaniye Yazma Eserler Ktp, Murad Molla, nr. 577’de kayıtlı nüshanın tıpkıbasımı)
Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil b. İbrâhim el-Buhârî, neşir ve inceleme: Dr. Muhammed Mücîr el-Hatîb - Arafat Aydın
İstanbul: İSAM Yayınları-Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018, Türkçe-Arapça inceleme ve fihrist cildi (81+258 sayfa), tıpkıbasım cildi 260 varak.
İslâm kültürü ve medeniyetinde, bir kitabın telifi kadar, sonraki nesillere
intikal süreci de büyük önem taşımaktadır. Kitabın talebeye intikali (tedris),
talebenin hocasından kitabı okuması (semâ/kıraat), kitabı çoğaltması (istinsah), hocasının nüshasıyla karşılaştırması (mukabele), sonra talebenin aynı
tarzda bu nüshayı talebesine okutması, okutma esnasında okutulan nüsha
üzerine kitabı okuyanların isminin kaydı (semâ kaydı), nüshanın ne zaman,
nerede ve kimin tarafından çoğaltıldığına dair tutulan kayıtlar (istinsah/ferağ
kaydı) ve müteselsilen böylece devam edip giden tedris ve tederrüs süreçleriyle asırlarca süren bir intikal serüveni… Bütün bunlar matbaanın bulunmadığı bir ortamda kitapların sahih bir şekilde nakil ve neşri için ciddi bir çaba
ve özeni gerektiren çalışmalar olarak işlev görmüş ve tarihteki yerini almıştır.
Kitapların nakli konusunda en fazla mesai ve geleneğin oluştuğu ilim dalı
herhalde hadis ilmidir. Esasen bilginin senedli, bugünkü anlamıyla referanslı
intikal süreci de büyük önem taşımaktadır. Kitabın talebeye intikali (tedris),
talebenin hocasından kitabı okuması (semâ/kıraat), kitabı çoğaltması (istinsah), hocasının nüshasıyla karşılaştırması (mukabele), sonra talebenin aynı
tarzda bu nüshayı talebesine okutması, okutma esnasında okutulan nüsha
üzerine kitabı okuyanların isminin kaydı (semâ kaydı), nüshanın ne zaman,
nerede ve kimin tarafından çoğaltıldığına dair tutulan kayıtlar (istinsah/ferağ
kaydı) ve müteselsilen böylece devam edip giden tedris ve tederrüs süreçleriyle asırlarca süren bir intikal serüveni… Bütün bunlar matbaanın bulunmadığı bir ortamda kitapların sahih bir şekilde nakil ve neşri için ciddi bir çaba
ve özeni gerektiren çalışmalar olarak işlev görmüş ve tarihteki yerini almıştır.
Kitapların nakli konusunda en fazla mesai ve geleneğin oluştuğu ilim dalı
herhalde hadis ilmidir. Esasen bilginin senedli, bugünkü anlamıyla referanslı
bir şekilde nakli mânasına gelen rivayet sistemi hadis ilmiyle ortaya çıkmış
ve diğer bütün ilimlere sirayet ederek İslâm ilim geleneğinin temel yöntemlerinden birini teşkil etmiştir. Hadisleri senedli bilgiler halinde nakletmeyi
prensip edinen hadis ilminin en önemli ve kapsamlı bahislerinden birini
bu sebeple, râvilerin ve rivayet malzemesinin özellikleri yanında rivayetin
keyfiyeti hakkındaki bölümler oluşturmuş, hadis alma ve nakletme usulleri
ile nüshaların intikali konusundaki teknik ayrıntılar bu bahislerde inceden
inceye işlenmiştir.
Hadiste isnad geleneği rivayet asrı dediğimiz hicrî ilk beş asırda hadislerin kitaplara kaydedilmesinden sonra kitapların senedli olarak rivayeti
şeklinde varlığını sürdürmüştür. Yukarıda işaret olunan süreçlerden geçen
kitabın böylece müteselsilen devam eden râvileri ve sened zincirleri oluşmuştur. Dahası bir kitabın farklı rivayetlerinin ortaya çıkmasıyla bunlar arasında
mukayeseler yapmak suretiyle zaman zaman edisyon kritik tarzı çalışmalar
gerçekleştirilmiş ve tasnif edilen eserin sonraki nesillere mümkün olduğu
kadar değişmeden, doğru ve sahih bir şekilde intikali temin edilmeye çalışılmıştır. “İsnatlar kitapların nesebidir” sözü İslâm ilim geleneğinde kitapların
da hadisler gibi senedlerle naklinin esas olduğunu özetleyen bir vecize olarak
literatürdeki yerini almıştır.
Şüphesiz İslâm kültürü ve medeniyetinin en değerli eserlerinden biri olan
İmam Buhârî’nin (ö. 256/870) el-Câmiu’s-sahîh’i de yukarıda işaret olunan
intikal ve rivayet serüvenlerinin en dikkat çekici örneklerinden birine tanık
olmuştur. Buhârî’den kitabını okuyup rivayet eden pek çok kişi bulunmakla
birlikte bunlar arasında beş öğrencisinin rivayet ve istinsah ettiği nüshalar
meşhur olmuş, bunlar arasında da Muhammed b. Yûsuf el-Firebrî’nin (ö.
320/932) nüshası öne çıkmış, Firebrî’den nüshayı alan öğrencileri arasından
üçü, Ebû İshak el-Müstemlî (ö. 376/986), İbn Hammûye es-Serahsî (381/991)
ve Ebü’l-Heysem el-Küşmîhenî (ö. 389/999) oluşturdukları el-Câmiu’s-sahîh
nüshalarını öğrencilerine okutup nakletmişlerdir. Sahîh-i Buhârî’ye özel bir
ilgi duyan Ebû Zer Abd b. Ahmed el-Herevî (ö. 434/1043), bu üç hocadan
farklı zamanlarda elde ettiği el-Câmiu’s-sahîh nüshalarını, aralarındaki farkları rumuzlarla metin üzerinde veya sayfa kenarlarında göstermek suretiyle tek nüshada birleştirmiş, böylece Sahîh-i Buhârî’nin bir nevi ilk edisyon
kritikli nüshalarından birini oluşturmuştur. Elde ettiği bu nüshayı yerleştiği
Mekke’de uzun yıllar okutan Herevî böylece kitabın sayısız öğrenciye ulaşmasını sağlamıştır. Ondan Sahîh-i Buhârî’nin bu birleştirilmiş, tahkikli versiyonunu alanlardan biri de Endülüslü meşhur hadis ve fıkıh âlimi Ebu’l-Velîd
el-Bâcî (ö. 474/1081) olmuştur. Bâcî 426 (1035) yılında on üç yıl sürecek doğu
illeri seyahatine çıkmış, bu esnada üç yıl kadar Herevî’nin yanında kalarak
ve diğer bütün ilimlere sirayet ederek İslâm ilim geleneğinin temel yöntemlerinden birini teşkil etmiştir. Hadisleri senedli bilgiler halinde nakletmeyi
prensip edinen hadis ilminin en önemli ve kapsamlı bahislerinden birini
bu sebeple, râvilerin ve rivayet malzemesinin özellikleri yanında rivayetin
keyfiyeti hakkındaki bölümler oluşturmuş, hadis alma ve nakletme usulleri
ile nüshaların intikali konusundaki teknik ayrıntılar bu bahislerde inceden
inceye işlenmiştir.
Hadiste isnad geleneği rivayet asrı dediğimiz hicrî ilk beş asırda hadislerin kitaplara kaydedilmesinden sonra kitapların senedli olarak rivayeti
şeklinde varlığını sürdürmüştür. Yukarıda işaret olunan süreçlerden geçen
kitabın böylece müteselsilen devam eden râvileri ve sened zincirleri oluşmuştur. Dahası bir kitabın farklı rivayetlerinin ortaya çıkmasıyla bunlar arasında
mukayeseler yapmak suretiyle zaman zaman edisyon kritik tarzı çalışmalar
gerçekleştirilmiş ve tasnif edilen eserin sonraki nesillere mümkün olduğu
kadar değişmeden, doğru ve sahih bir şekilde intikali temin edilmeye çalışılmıştır. “İsnatlar kitapların nesebidir” sözü İslâm ilim geleneğinde kitapların
da hadisler gibi senedlerle naklinin esas olduğunu özetleyen bir vecize olarak
literatürdeki yerini almıştır.
Şüphesiz İslâm kültürü ve medeniyetinin en değerli eserlerinden biri olan
İmam Buhârî’nin (ö. 256/870) el-Câmiu’s-sahîh’i de yukarıda işaret olunan
intikal ve rivayet serüvenlerinin en dikkat çekici örneklerinden birine tanık
olmuştur. Buhârî’den kitabını okuyup rivayet eden pek çok kişi bulunmakla
birlikte bunlar arasında beş öğrencisinin rivayet ve istinsah ettiği nüshalar
meşhur olmuş, bunlar arasında da Muhammed b. Yûsuf el-Firebrî’nin (ö.
320/932) nüshası öne çıkmış, Firebrî’den nüshayı alan öğrencileri arasından
üçü, Ebû İshak el-Müstemlî (ö. 376/986), İbn Hammûye es-Serahsî (381/991)
ve Ebü’l-Heysem el-Küşmîhenî (ö. 389/999) oluşturdukları el-Câmiu’s-sahîh
nüshalarını öğrencilerine okutup nakletmişlerdir. Sahîh-i Buhârî’ye özel bir
ilgi duyan Ebû Zer Abd b. Ahmed el-Herevî (ö. 434/1043), bu üç hocadan
farklı zamanlarda elde ettiği el-Câmiu’s-sahîh nüshalarını, aralarındaki farkları rumuzlarla metin üzerinde veya sayfa kenarlarında göstermek suretiyle tek nüshada birleştirmiş, böylece Sahîh-i Buhârî’nin bir nevi ilk edisyon
kritikli nüshalarından birini oluşturmuştur. Elde ettiği bu nüshayı yerleştiği
Mekke’de uzun yıllar okutan Herevî böylece kitabın sayısız öğrenciye ulaşmasını sağlamıştır. Ondan Sahîh-i Buhârî’nin bu birleştirilmiş, tahkikli versiyonunu alanlardan biri de Endülüslü meşhur hadis ve fıkıh âlimi Ebu’l-Velîd
el-Bâcî (ö. 474/1081) olmuştur. Bâcî 426 (1035) yılında on üç yıl sürecek doğu
illeri seyahatine çıkmış, bu esnada üç yıl kadar Herevî’nin yanında kalarak
onun hizmetinde bulunmuş ve onun oluşturduğu el-Câmiu’s-sahîh nüshasını
alarak Endülüs’e götürmüştür. Bâcî de Ebû Zer el-Herevî’den aldığı Sahîh-i
Buhârî nüshasını uzun yıllar okutmuş, nüshanın Endülüs’te yaygınlaşmasına
hizmet etmiştir. Bâcî’den el-Câmiu’s-sahîh nüshasını rivayet edenler arasında
en önemli isim Ebû Ali es-Sadefî’dir (ö. 514/1120). Sadefî de uzun bir doğu
seyahati (481/1088) yaptıktan sonra ülkesi Endülüs’e dönen (490/1097) ve
Bâcî’den elde ettiği nüshayı güzel bir yazıyla istinsah edip uzun yıllar okutan
Sahîh-i Buhârî uzmanı önemli âlimlerden biridir. 514 (1120) yılında Aragon
kralı ile Kutende (Cutanda) mevkiinde (Zaragoza yakınlarında bir kasaba)
yapılan savaşta şehit düşen Sadefî’nin nüshası vasiyeti üzerine kayınpederi
Ebû İmran Mûsâ b. Saâde ile (ö. ?) onun yeğeni Ebû Abdullah Muhammed b.
Yûsuf b. Saâde’ye (ö. 565/1170) intikal etmiştir.
İşte İslâm Araştırmaları Merkezi’yle (İSAM) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın ortaklaşa tıpkıbasımını gerçekleştirdikleri el-Câmiu’s-sahîh
nüshası, Buhârî’nin eserinin intikal sürecini gözler önüne seren, bu konuda
en güzel ve en kıdemli örneklerden birini teşkil eden bu Ebû Abdullah İbn
Saâde nüshasıdır. Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağlı Murad Molla Kütüphanesi 577 numarada kayıtlı bu Sahîh-i Buhârî nüshası aslen 550 (1155) yılında
istinsah edilmiş olup ayrıca, kitabı neşre hazırlayanların kaydına nazaran Ebû
Abdullah İbn Saâde’nin el yazısından çıkmış 555 (1160) tarihli semâ kaydına
da sahiptir (bk. s. 36). Orijinali tek cilt halinde her sayfasında 49 satır bulunan
260 varaktan (520 sayfa) oluşan nüsha, aslına uygun şekilde tanıtım ve fihrist
cildiyle birlikte iki cilt olarak neşredilmiştir.
Sahîh-i Buhârî’nin bilinen eksiksiz en eski yazması olan bu nüsha ayrıca
yazıldığı Endülüs coğrafyasından önce Fas’a, ardından Mısır’a intikal etmiş,
daha sonra 848’de (1444) İran Horasanı’ndan Anadolu’ya gelip Konya’ya
yerleşen ve Fâtih Sultan Mehmed’in vezîriâzamı Mahmud Paşa’nın davetiyle İstanbul’a gelen Musannifek lakaplı Ali b. Mecdüddin el-Bistâmî’nin (ö.
875/1470) Fatih’teki Sahn-ı Semân medreselerine vakfettiği kitaplar arasında
tek cilt halinde kayıtlara geçmiştir. Musannifek’in 847 (1443) tarihli temellük
kaydının bulunduğu bu tek ciltlik yazma nüshanın baş tarafında Abdülazîz
el-Buhârî’ye (ö. 730/1330) ait et-Tahkīk adlı usûl-i fıkıh eserinden sekiz varaklık bir bölüm bulunmakta, ayrıca nüshada Fâtih Sultan Mehmed’e ait mühür
de yer almaktadır. Fâtih ve Bayezid dönemi kütüphane kayıtlarında Sahîh-i
Buhârî olarak kayda geçen eser, bilahare Murad Molla Kütüphanesi’ne intikal
ettiğinde Müsnedü Ebî Abdillâh el-Buhârî adıyla zikredilmiştir (s. 71).
Sonuç itibariyle kayıtlarda bu nüshanın Buhârî’ye ait el-Câmiu’s-sahîh’in
bir nüshası olduğu bilinmekle birlikte toplam 269 varaklık aynı mecmua içinde belki de başındaki sekiz varaklık başka bir kitaba ait bir parçanın gölgele-
alarak Endülüs’e götürmüştür. Bâcî de Ebû Zer el-Herevî’den aldığı Sahîh-i
Buhârî nüshasını uzun yıllar okutmuş, nüshanın Endülüs’te yaygınlaşmasına
hizmet etmiştir. Bâcî’den el-Câmiu’s-sahîh nüshasını rivayet edenler arasında
en önemli isim Ebû Ali es-Sadefî’dir (ö. 514/1120). Sadefî de uzun bir doğu
seyahati (481/1088) yaptıktan sonra ülkesi Endülüs’e dönen (490/1097) ve
Bâcî’den elde ettiği nüshayı güzel bir yazıyla istinsah edip uzun yıllar okutan
Sahîh-i Buhârî uzmanı önemli âlimlerden biridir. 514 (1120) yılında Aragon
kralı ile Kutende (Cutanda) mevkiinde (Zaragoza yakınlarında bir kasaba)
yapılan savaşta şehit düşen Sadefî’nin nüshası vasiyeti üzerine kayınpederi
Ebû İmran Mûsâ b. Saâde ile (ö. ?) onun yeğeni Ebû Abdullah Muhammed b.
Yûsuf b. Saâde’ye (ö. 565/1170) intikal etmiştir.
İşte İslâm Araştırmaları Merkezi’yle (İSAM) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın ortaklaşa tıpkıbasımını gerçekleştirdikleri el-Câmiu’s-sahîh
nüshası, Buhârî’nin eserinin intikal sürecini gözler önüne seren, bu konuda
en güzel ve en kıdemli örneklerden birini teşkil eden bu Ebû Abdullah İbn
Saâde nüshasıdır. Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağlı Murad Molla Kütüphanesi 577 numarada kayıtlı bu Sahîh-i Buhârî nüshası aslen 550 (1155) yılında
istinsah edilmiş olup ayrıca, kitabı neşre hazırlayanların kaydına nazaran Ebû
Abdullah İbn Saâde’nin el yazısından çıkmış 555 (1160) tarihli semâ kaydına
da sahiptir (bk. s. 36). Orijinali tek cilt halinde her sayfasında 49 satır bulunan
260 varaktan (520 sayfa) oluşan nüsha, aslına uygun şekilde tanıtım ve fihrist
cildiyle birlikte iki cilt olarak neşredilmiştir.
Sahîh-i Buhârî’nin bilinen eksiksiz en eski yazması olan bu nüsha ayrıca
yazıldığı Endülüs coğrafyasından önce Fas’a, ardından Mısır’a intikal etmiş,
daha sonra 848’de (1444) İran Horasanı’ndan Anadolu’ya gelip Konya’ya
yerleşen ve Fâtih Sultan Mehmed’in vezîriâzamı Mahmud Paşa’nın davetiyle İstanbul’a gelen Musannifek lakaplı Ali b. Mecdüddin el-Bistâmî’nin (ö.
875/1470) Fatih’teki Sahn-ı Semân medreselerine vakfettiği kitaplar arasında
tek cilt halinde kayıtlara geçmiştir. Musannifek’in 847 (1443) tarihli temellük
kaydının bulunduğu bu tek ciltlik yazma nüshanın baş tarafında Abdülazîz
el-Buhârî’ye (ö. 730/1330) ait et-Tahkīk adlı usûl-i fıkıh eserinden sekiz varaklık bir bölüm bulunmakta, ayrıca nüshada Fâtih Sultan Mehmed’e ait mühür
de yer almaktadır. Fâtih ve Bayezid dönemi kütüphane kayıtlarında Sahîh-i
Buhârî olarak kayda geçen eser, bilahare Murad Molla Kütüphanesi’ne intikal
ettiğinde Müsnedü Ebî Abdillâh el-Buhârî adıyla zikredilmiştir (s. 71).
Sonuç itibariyle kayıtlarda bu nüshanın Buhârî’ye ait el-Câmiu’s-sahîh’in
bir nüshası olduğu bilinmekle birlikte toplam 269 varaklık aynı mecmua içinde belki de başındaki sekiz varaklık başka bir kitaba ait bir parçanın gölgele-
mesiyle gözlerden ırak kalmıştır. Bu duruma, tutulan kütüphane kayıtlarında
nüsha hakkında ayrıntılı ve dikkatli bilgi verilmemesinin de sebep olduğu
anlaşılmaktadır. Neticede bu nüshanın 550 (1155) yılına kadar giden çok
değerli ve eksiksiz kadim bir Sahîh-i Buhârî nüshası olduğu şimdiye kadar
farkedilememiştir.
Esasen Sadefî ve Bâcî nüshalarına dayanan İbn Saâde nüshasının, onların
da temelini oluşturan ve el-Câmiu’s-sahîh’in en sağlam nüshalarından sayılan
Ebû Zer el-Herevî nüshasının taşıyıcısı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu
gözle bakıldığında nüshanın tarihini Ebû Zerr’in nüshaya son halini verdiği
389 (999) yılına kadar götürmek mümkündür.
Tıpkıbasıma konu olan Murad Molla nüshası ayrıca İbn Saâde, Bâcî ve
Sadefî yanında Ebû Zer el-Herevî’nin diğer Endülüslü öğrencisi Ebü’l-Abbas
Ahmed b. Ömer ed-Delâî’nin (ö. 478/1085) nüshasıyla Sadefî’nin diğer öğrencisi Ebû İmrân İbn Saâde ve Bâcî’nin öğrencisi Ebü’l-Velîd Yûsuf b. Abdülazîz
İbnü’d-Debbâğ (ö. 546/1152) nüshalarıyla mukayeseler de içermektedir. Tek
ciltte toplam 260 varakta Sahîh-i Buhârî’nin tamamını ihtiva eden nüsha,
Mağrip veya Endülüs hattı denilen bir yazı türüyle yazılmış olup kendine has
bazı özellikler taşımaktadır (bk. s. 66).
Nüshada farklılıklar rumuzlarla satır aralarında veya sayfa kenarlarında verilmiş, bazı açıklayıcı bilgiler nüsha râvileri tarafından eklenmiştir.
Nüshanın ilk varakında kitabın adı kırmızı mürekkeple ve güzel bir yazıyla,
Cemîu’l-Câmii’s-sahîhi’l-müsnedi’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh sallallāhu
aleyhi ve sellem şeklinde kaydedilmiş, müellif Buhârî’nin adından sonra râvisi
Firebrî’nin adı zikredilmiş, ardından nüshaya esas olan Ebû Zer el-Herevî’nin
üç hocasının adları rumuzlarıyla birlikte verilmiştir. Buna göre Ebu Muhammed el-Hammûyî’nin rumuzu (ح ,(Ebû İshak el-Müstemlî’nin rumuzu (س ,(
Ebü’l-Heysem el-Küşmîhenî’nin rumuzu (ه (olarak gösterilmiştir.
Günümüzde yaygın olarak kullanılan ve Ebû Zer el-Herevî nüshası dahil
kendinden önceki birçok Sahîh-i Buhârî nüshasını yaptığı çalışmayla birleştiren Yûnînî (ö. 701/1302) nüshasından yaklaşık 150 yıl, tıpkıbasım nüshanın
kaynağı olan Ebû Zer el-Herevî’yi esas aldığımızda ise yaklaşık 300 yıl öncesine ait olan bu değerli nüshayı diğer nüshalardan ayıran özellikler, inceleme
bölümünde yazma eserler uzmanı Arafat Aydın tarafından tespit edilmiştir.
Buna göre Ebû Zer nüshasıyla diğer nüshalar arasında, bazı takdim-tehirler
ve aynı senedle tekrar eden bazı rivayetlerin çıkarılması gibi hususlar dışında
ciddi bir fark bulunmamaktadır. Diğer nüshalarda “Kitâbü’t-Tefsîr” bölümünde yer alan bir rivayet ise bu nüshada “Kitâbü’t-Tefsîr”de değil, muallak olarak
“Kitâbü’l-Vasiyye”de zikredilmiştir (s. 74).
nüsha hakkında ayrıntılı ve dikkatli bilgi verilmemesinin de sebep olduğu
anlaşılmaktadır. Neticede bu nüshanın 550 (1155) yılına kadar giden çok
değerli ve eksiksiz kadim bir Sahîh-i Buhârî nüshası olduğu şimdiye kadar
farkedilememiştir.
Esasen Sadefî ve Bâcî nüshalarına dayanan İbn Saâde nüshasının, onların
da temelini oluşturan ve el-Câmiu’s-sahîh’in en sağlam nüshalarından sayılan
Ebû Zer el-Herevî nüshasının taşıyıcısı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu
gözle bakıldığında nüshanın tarihini Ebû Zerr’in nüshaya son halini verdiği
389 (999) yılına kadar götürmek mümkündür.
Tıpkıbasıma konu olan Murad Molla nüshası ayrıca İbn Saâde, Bâcî ve
Sadefî yanında Ebû Zer el-Herevî’nin diğer Endülüslü öğrencisi Ebü’l-Abbas
Ahmed b. Ömer ed-Delâî’nin (ö. 478/1085) nüshasıyla Sadefî’nin diğer öğrencisi Ebû İmrân İbn Saâde ve Bâcî’nin öğrencisi Ebü’l-Velîd Yûsuf b. Abdülazîz
İbnü’d-Debbâğ (ö. 546/1152) nüshalarıyla mukayeseler de içermektedir. Tek
ciltte toplam 260 varakta Sahîh-i Buhârî’nin tamamını ihtiva eden nüsha,
Mağrip veya Endülüs hattı denilen bir yazı türüyle yazılmış olup kendine has
bazı özellikler taşımaktadır (bk. s. 66).
Nüshada farklılıklar rumuzlarla satır aralarında veya sayfa kenarlarında verilmiş, bazı açıklayıcı bilgiler nüsha râvileri tarafından eklenmiştir.
Nüshanın ilk varakında kitabın adı kırmızı mürekkeple ve güzel bir yazıyla,
Cemîu’l-Câmii’s-sahîhi’l-müsnedi’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh sallallāhu
aleyhi ve sellem şeklinde kaydedilmiş, müellif Buhârî’nin adından sonra râvisi
Firebrî’nin adı zikredilmiş, ardından nüshaya esas olan Ebû Zer el-Herevî’nin
üç hocasının adları rumuzlarıyla birlikte verilmiştir. Buna göre Ebu Muhammed el-Hammûyî’nin rumuzu (ح ,(Ebû İshak el-Müstemlî’nin rumuzu (س ,(
Ebü’l-Heysem el-Küşmîhenî’nin rumuzu (ه (olarak gösterilmiştir.
Günümüzde yaygın olarak kullanılan ve Ebû Zer el-Herevî nüshası dahil
kendinden önceki birçok Sahîh-i Buhârî nüshasını yaptığı çalışmayla birleştiren Yûnînî (ö. 701/1302) nüshasından yaklaşık 150 yıl, tıpkıbasım nüshanın
kaynağı olan Ebû Zer el-Herevî’yi esas aldığımızda ise yaklaşık 300 yıl öncesine ait olan bu değerli nüshayı diğer nüshalardan ayıran özellikler, inceleme
bölümünde yazma eserler uzmanı Arafat Aydın tarafından tespit edilmiştir.
Buna göre Ebû Zer nüshasıyla diğer nüshalar arasında, bazı takdim-tehirler
ve aynı senedle tekrar eden bazı rivayetlerin çıkarılması gibi hususlar dışında
ciddi bir fark bulunmamaktadır. Diğer nüshalarda “Kitâbü’t-Tefsîr” bölümünde yer alan bir rivayet ise bu nüshada “Kitâbü’t-Tefsîr”de değil, muallak olarak
“Kitâbü’l-Vasiyye”de zikredilmiştir (s. 74).
Araştırmacı Aziz Ençakar ve Arafat Aydın’ın gayretleriyle ortaya çıkarılan
ve Suriyeli âlim Muhammed Mücîr el-Hatîb’in yazma üzerindeki incelemeleriyle değeri anlaşılan İbn Saâde nüshası, tıpkıbasımı yapılmak suretiyle aslına
uygun bir şekilde müstakil bir cilt halinde gün yüzüne çıkarılmış bulunmaktadır. Bu değerli nüsha her iki kurum tarafından şanına yakışır bir baskı ve
cilt kalitesiyle ilim âleminin istifadesine sunulmuştur. Yazmanın mahiyeti ve
serüveni hakkında ayrı bir ciltte Muhammed Mücîr el-Hatîb’in Arapça girişi
tercümesiyle, Arafat Aydın’ın Türkçe makalesi de Arapça tercümesiyle birlikte
neşredilmiş, ayrıca bu ciltte yazma nüshadaki bab başlıkları bir indeks halinde yeniden dizilip numaralanmış ve nüshadaki varak sayfaları gösterilmiştir.
Ayrıca orijinal tıpkıbasımın sayfalarında alt köşelere her iki yönüyle varak
numaraları eklenerek, bab başlıklarının yazmadaki yerlerini bulmak çok daha
kolay hale getirilmiştir. Gerek nüshanın basımında gerekse tanıtım, inceleme
ve fihrist cildinde pek çok kişinin katkısı bulunmakta, neşir için büyük emek
harcandığı görülmektedir. Bu bakımdan yapılan çalışma her türlü takdirin
üstündedir.
Yapılan titiz çalışmaya rağmen inceleme ve tanıtım cildinde bulunan bazı
küçük hataları ya da eksiklikleri, yapılan hizmeti mükemmelleştirme bakımından burada maddeler halinde kaydetmek istiyoruz:
1. Tanıtım ve fihrist cildinin dış kapağında kitabın adının ve müellifinin
yazılıp altında tıpkıbasım dendikten sonra inceleme ve fihrist cildi olduğuna
dair herhangi bir kayıt bulunmaması karışıklığa yol açmakta ve bu cildin de
orijinal nüshanın parçası zannedilmesine sebebiyet vermektedir.
2. Her iki cildin kapağının sırt kısmında eserin adının yazılması belki
daha güzel olurdu.
3. Tıpkıbasım ifadesinin sadece inceleme ve fihrist cildine değil, asıl nüshanın kapağına da yazılması daha isabetli olabilirdi.
4. Neşredilen eserin kapak bölümünde eserin ve müellifinin adının yazmadaki hattına uygun şekilde güzel bir Endülüs tarzıyla yazılması isabetli
olmakla birlikte, kapağa Arapça olarak yazılan “tıbâa tıbka’l-asl” ibaresinin
aynı güzellikte yazıldığı söylenemez.
5. İnceleme yazılarından ilkinde Ebû Zer el-Herevî’nin Sahîh nüshasını
aldığı hocalarından İbn Hammûye es-Serahsî’nin nisbesi Hammûyî (s. 16),
ikincisinde Hammevî (s. 51) şeklinde tespit edilmiştir. Kanaatimizce nisbenin doğru zaptı Hammûyî şeklinde olmalıdır. Nitekim tıpkı basımı yapılan
nüshanın ilk sayfasında kitap râvisi olarak bu zatın nisbesi verilirken ötre
harekesiyle bu durum tespit edilmiş bulunmaktadır. Nitekim benzer bir ismin
ve Suriyeli âlim Muhammed Mücîr el-Hatîb’in yazma üzerindeki incelemeleriyle değeri anlaşılan İbn Saâde nüshası, tıpkıbasımı yapılmak suretiyle aslına
uygun bir şekilde müstakil bir cilt halinde gün yüzüne çıkarılmış bulunmaktadır. Bu değerli nüsha her iki kurum tarafından şanına yakışır bir baskı ve
cilt kalitesiyle ilim âleminin istifadesine sunulmuştur. Yazmanın mahiyeti ve
serüveni hakkında ayrı bir ciltte Muhammed Mücîr el-Hatîb’in Arapça girişi
tercümesiyle, Arafat Aydın’ın Türkçe makalesi de Arapça tercümesiyle birlikte
neşredilmiş, ayrıca bu ciltte yazma nüshadaki bab başlıkları bir indeks halinde yeniden dizilip numaralanmış ve nüshadaki varak sayfaları gösterilmiştir.
Ayrıca orijinal tıpkıbasımın sayfalarında alt köşelere her iki yönüyle varak
numaraları eklenerek, bab başlıklarının yazmadaki yerlerini bulmak çok daha
kolay hale getirilmiştir. Gerek nüshanın basımında gerekse tanıtım, inceleme
ve fihrist cildinde pek çok kişinin katkısı bulunmakta, neşir için büyük emek
harcandığı görülmektedir. Bu bakımdan yapılan çalışma her türlü takdirin
üstündedir.
Yapılan titiz çalışmaya rağmen inceleme ve tanıtım cildinde bulunan bazı
küçük hataları ya da eksiklikleri, yapılan hizmeti mükemmelleştirme bakımından burada maddeler halinde kaydetmek istiyoruz:
1. Tanıtım ve fihrist cildinin dış kapağında kitabın adının ve müellifinin
yazılıp altında tıpkıbasım dendikten sonra inceleme ve fihrist cildi olduğuna
dair herhangi bir kayıt bulunmaması karışıklığa yol açmakta ve bu cildin de
orijinal nüshanın parçası zannedilmesine sebebiyet vermektedir.
2. Her iki cildin kapağının sırt kısmında eserin adının yazılması belki
daha güzel olurdu.
3. Tıpkıbasım ifadesinin sadece inceleme ve fihrist cildine değil, asıl nüshanın kapağına da yazılması daha isabetli olabilirdi.
4. Neşredilen eserin kapak bölümünde eserin ve müellifinin adının yazmadaki hattına uygun şekilde güzel bir Endülüs tarzıyla yazılması isabetli
olmakla birlikte, kapağa Arapça olarak yazılan “tıbâa tıbka’l-asl” ibaresinin
aynı güzellikte yazıldığı söylenemez.
5. İnceleme yazılarından ilkinde Ebû Zer el-Herevî’nin Sahîh nüshasını
aldığı hocalarından İbn Hammûye es-Serahsî’nin nisbesi Hammûyî (s. 16),
ikincisinde Hammevî (s. 51) şeklinde tespit edilmiştir. Kanaatimizce nisbenin doğru zaptı Hammûyî şeklinde olmalıdır. Nitekim tıpkı basımı yapılan
nüshanın ilk sayfasında kitap râvisi olarak bu zatın nisbesi verilirken ötre
harekesiyle bu durum tespit edilmiş bulunmaktadır. Nitekim benzer bir ismin
(Şebbûye) nisbesi, inceleme yazısında (Şebbûyî) olarak tespit edilmiştir (s.
21). Aynı şekilde diğer bir nisbenin (Hatlânî) zaptı (Huttelânî) olsa gerektir
(s. 23).
6. İnceleme yazılarında isabetli bir şekilde Endülüs şehirlerinin bugünkü
isimlerinin verildiği görülmektedir. Bunlardan bazıları gözden kaçmış olmalıdır. Mesela Batalyevs (Badajoz), Şâtıbe (Xativa) olarak kaydedilmelidir.
Dâniye’nin adı bir yerde Dania (s. 59), diğer yerde Denia (s. 63) olarak verilmiş olup, doğrusu (Denia) olsa gerektir. Ayrıca Sarakusta şehrinin bugünkü
adı da (Saragossa) değil (s. 59), (Zaragoza) olmalıdır.
7. İnceleme yazılarında hicrî tarihlerin miladi karşılıkları verilmiş olmakla
birlikte bazı yerlerde gözden kaçırılmış tarihler bulunmaktadır (mesela bk. s.
70, 71). Bunların mutlaka verilmesinde fayda mülahaza edilmektedir.
8. İnceleme yazısında yerinde bir kararla nüshanın özelliklerini yansıtan
örnekler fotoğraf halinde verilerek çalışma görsel zenginliğe kavuşturulmuştur. Ancak bu fotoğrafların altındaki açıklamalarda kanaatimizce metindeki
ibare verildiği gibi, sayfa kenarında rumuzla gösterilen nüsha farkındaki ibarenin de verilmesi isabetli ve anlaşılır olurdu (mesela orijinal metinde įÝ×ĥĕĘ
אهĭĻĐ ibaresi, sayfa kenarındaki diğer nüshada įĭĻĐ įÝ×ĥĕĘ şeklindedir s. 57).
9. İnceleme yazısında 76. sayfada 86 numaralı dipnottaki varak numarası
12a değil, 11a olmalıdır.
Sonuç olarak İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) en iyi Sahîh-i Buhârî
nüshalarından biri olarak niteleyip şerhi Fethu’l-bârî’ye esas aldığı Ebû Zer
el-Herevî nüshasına dayanan ve tıpkıbasımı yapılan elimizdeki bu İbn Saâde
nüshasının tahkikli bir neşrinin gerçekleştirilerek ilim âleminin istifadesine
sunulması herhalde en büyük hizmetlerden biri olacaktır. Bu ilmî neşri en
iyi yapabilecek olan kurumların başında şüphesiz, nüshanın tıpkıbasımını
gerçekleştiren Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) ve
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı gelmektedir. Eserin başka yazmalarıyla mukayese edilerek konunun uzmanı muhakkikler tarafından tahkikli
neşrinin yapılması en büyük temennimizdir.
Mehmet Özşenel, Prof.Dr.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
ORCID 0000-0001-6370-3967
DOI 10.26570/isad.571956
- Açıklama
- İmâm Buhârî’nin Sahîh-i Buhârî adıyla şöhret bulan el-Câmi‘u’s-Sahîh isimli hadis kitabının dünya kütüphanelerinde tespit edilebilen eksiksiz en eski tarihli yazma nüshasının tıpkıbasımı yapıldı.Yazma Eserler Kurumu ve İSAM işbirliği ile ilk cildi tıpkıbasım diğer cildi inceleme yazıları ve fihristten oluşan tanıtım kitabı olmak üzere iki cilt halinde yayımlanan Sahîh-i Buhârî tıpkıbasımı günümüzde Süleymaniye Kütüphanesi, Murad Molla, nr. 577’de kayıtlı bulunan yazma nüsha esas alınarak gerçekleştirilmiştir.Sahîh-i Buhârî’nin Ebû Zer rivayetinin Bâcî - Sadefî tarikiyle günümüze ulaşan ve 550/1155 yılında Mağrip hattı kullanılarak istinsah edildikten sonra muteber nüshalarla mukâbele edildiği vurgulanan nüshanın üzerinde Endülüslü âlim Ebû Abdullah Muhammed b. Yusuf İbn Saâde’nin (ö. 565/1132) yazısı bulunmaktadır. Endülüs Devleti’nin sona ermesi ile birlikte önce Kuzey Afrika ve Mısır’ı dolaşan nüsha Osmanlı âlimi Musannifek’in (ö. 875/1470) eliyle İstanbul’a ulaşmıştır. Musannifek tarafından Fatih Camii Külliyesi’ndeki Sahn-ı Semân Medreselerine vakfedilmiş olan Buhârî nüshası, bir süre kaybolduktan sonra 12./18. yüzyılda yine Fatih’te kurulan Murad Molla Kütüphanesi envanterine girmiştir.Yazma eser uzmanı Arafat Aydın ve Suriyeli araştırmacı Dr. Mücîr el-Hatîb tarafından hazırlanan Arapça ve Türkçe inceleme yazılarına eşlik eden ayrıntılı bâb fihristi okuyucunun istifadesini kolaylaştırmaktadır.el-Câmiu’s-sahîhu’l-müsnedü’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh
sallallāhu aleyhi ve sellemel-Câmiu’s-sahîhu’l-müsnedü’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh
sallallāhu aleyhi ve sellem
Sahîh-i Buhârî - Tıpkıbasım (Süleymaniye Yazma Eserler Ktp, Murad Molla, nr. 577’de kayıtlı nüshanın tıpkıbasımı)
Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil b. İbrâhim el-Buhârî, neşir ve inceleme: Dr. Muhammed Mücîr el-Hatîb - Arafat Aydın
İstanbul: İSAM Yayınları-Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018, Türkçe-Arapça inceleme ve fihrist cildi (81+258 sayfa), tıpkıbasım cildi 260 varak.İslâm kültürü ve medeniyetinde, bir kitabın telifi kadar, sonraki nesillere
intikal süreci de büyük önem taşımaktadır. Kitabın talebeye intikali (tedris),
talebenin hocasından kitabı okuması (semâ/kıraat), kitabı çoğaltması (istinsah), hocasının nüshasıyla karşılaştırması (mukabele), sonra talebenin aynı
tarzda bu nüshayı talebesine okutması, okutma esnasında okutulan nüsha
üzerine kitabı okuyanların isminin kaydı (semâ kaydı), nüshanın ne zaman,
nerede ve kimin tarafından çoğaltıldığına dair tutulan kayıtlar (istinsah/ferağ
kaydı) ve müteselsilen böylece devam edip giden tedris ve tederrüs süreçleriyle asırlarca süren bir intikal serüveni… Bütün bunlar matbaanın bulunmadığı bir ortamda kitapların sahih bir şekilde nakil ve neşri için ciddi bir çaba
ve özeni gerektiren çalışmalar olarak işlev görmüş ve tarihteki yerini almıştır.
Kitapların nakli konusunda en fazla mesai ve geleneğin oluştuğu ilim dalı
herhalde hadis ilmidir. Esasen bilginin senedli, bugünkü anlamıyla referanslıbir şekilde nakli mânasına gelen rivayet sistemi hadis ilmiyle ortaya çıkmış
ve diğer bütün ilimlere sirayet ederek İslâm ilim geleneğinin temel yöntemlerinden birini teşkil etmiştir. Hadisleri senedli bilgiler halinde nakletmeyi
prensip edinen hadis ilminin en önemli ve kapsamlı bahislerinden birini
bu sebeple, râvilerin ve rivayet malzemesinin özellikleri yanında rivayetin
keyfiyeti hakkındaki bölümler oluşturmuş, hadis alma ve nakletme usulleri
ile nüshaların intikali konusundaki teknik ayrıntılar bu bahislerde inceden
inceye işlenmiştir.
Hadiste isnad geleneği rivayet asrı dediğimiz hicrî ilk beş asırda hadislerin kitaplara kaydedilmesinden sonra kitapların senedli olarak rivayeti
şeklinde varlığını sürdürmüştür. Yukarıda işaret olunan süreçlerden geçen
kitabın böylece müteselsilen devam eden râvileri ve sened zincirleri oluşmuştur. Dahası bir kitabın farklı rivayetlerinin ortaya çıkmasıyla bunlar arasında
mukayeseler yapmak suretiyle zaman zaman edisyon kritik tarzı çalışmalar
gerçekleştirilmiş ve tasnif edilen eserin sonraki nesillere mümkün olduğu
kadar değişmeden, doğru ve sahih bir şekilde intikali temin edilmeye çalışılmıştır. “İsnatlar kitapların nesebidir” sözü İslâm ilim geleneğinde kitapların
da hadisler gibi senedlerle naklinin esas olduğunu özetleyen bir vecize olarak
literatürdeki yerini almıştır.
Şüphesiz İslâm kültürü ve medeniyetinin en değerli eserlerinden biri olan
İmam Buhârî’nin (ö. 256/870) el-Câmiu’s-sahîh’i de yukarıda işaret olunan
intikal ve rivayet serüvenlerinin en dikkat çekici örneklerinden birine tanık
olmuştur. Buhârî’den kitabını okuyup rivayet eden pek çok kişi bulunmakla
birlikte bunlar arasında beş öğrencisinin rivayet ve istinsah ettiği nüshalar
meşhur olmuş, bunlar arasında da Muhammed b. Yûsuf el-Firebrî’nin (ö.
320/932) nüshası öne çıkmış, Firebrî’den nüshayı alan öğrencileri arasından
üçü, Ebû İshak el-Müstemlî (ö. 376/986), İbn Hammûye es-Serahsî (381/991)
ve Ebü’l-Heysem el-Küşmîhenî (ö. 389/999) oluşturdukları el-Câmiu’s-sahîh
nüshalarını öğrencilerine okutup nakletmişlerdir. Sahîh-i Buhârî’ye özel bir
ilgi duyan Ebû Zer Abd b. Ahmed el-Herevî (ö. 434/1043), bu üç hocadan
farklı zamanlarda elde ettiği el-Câmiu’s-sahîh nüshalarını, aralarındaki farkları rumuzlarla metin üzerinde veya sayfa kenarlarında göstermek suretiyle tek nüshada birleştirmiş, böylece Sahîh-i Buhârî’nin bir nevi ilk edisyon
kritikli nüshalarından birini oluşturmuştur. Elde ettiği bu nüshayı yerleştiği
Mekke’de uzun yıllar okutan Herevî böylece kitabın sayısız öğrenciye ulaşmasını sağlamıştır. Ondan Sahîh-i Buhârî’nin bu birleştirilmiş, tahkikli versiyonunu alanlardan biri de Endülüslü meşhur hadis ve fıkıh âlimi Ebu’l-Velîd
el-Bâcî (ö. 474/1081) olmuştur. Bâcî 426 (1035) yılında on üç yıl sürecek doğu
illeri seyahatine çıkmış, bu esnada üç yıl kadar Herevî’nin yanında kalarakonun hizmetinde bulunmuş ve onun oluşturduğu el-Câmiu’s-sahîh nüshasını
alarak Endülüs’e götürmüştür. Bâcî de Ebû Zer el-Herevî’den aldığı Sahîh-i
Buhârî nüshasını uzun yıllar okutmuş, nüshanın Endülüs’te yaygınlaşmasına
hizmet etmiştir. Bâcî’den el-Câmiu’s-sahîh nüshasını rivayet edenler arasında
en önemli isim Ebû Ali es-Sadefî’dir (ö. 514/1120). Sadefî de uzun bir doğu
seyahati (481/1088) yaptıktan sonra ülkesi Endülüs’e dönen (490/1097) ve
Bâcî’den elde ettiği nüshayı güzel bir yazıyla istinsah edip uzun yıllar okutan
Sahîh-i Buhârî uzmanı önemli âlimlerden biridir. 514 (1120) yılında Aragon
kralı ile Kutende (Cutanda) mevkiinde (Zaragoza yakınlarında bir kasaba)
yapılan savaşta şehit düşen Sadefî’nin nüshası vasiyeti üzerine kayınpederi
Ebû İmran Mûsâ b. Saâde ile (ö. ?) onun yeğeni Ebû Abdullah Muhammed b.
Yûsuf b. Saâde’ye (ö. 565/1170) intikal etmiştir.
İşte İslâm Araştırmaları Merkezi’yle (İSAM) Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın ortaklaşa tıpkıbasımını gerçekleştirdikleri el-Câmiu’s-sahîh
nüshası, Buhârî’nin eserinin intikal sürecini gözler önüne seren, bu konuda
en güzel ve en kıdemli örneklerden birini teşkil eden bu Ebû Abdullah İbn
Saâde nüshasıdır. Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağlı Murad Molla Kütüphanesi 577 numarada kayıtlı bu Sahîh-i Buhârî nüshası aslen 550 (1155) yılında
istinsah edilmiş olup ayrıca, kitabı neşre hazırlayanların kaydına nazaran Ebû
Abdullah İbn Saâde’nin el yazısından çıkmış 555 (1160) tarihli semâ kaydına
da sahiptir (bk. s. 36). Orijinali tek cilt halinde her sayfasında 49 satır bulunan
260 varaktan (520 sayfa) oluşan nüsha, aslına uygun şekilde tanıtım ve fihrist
cildiyle birlikte iki cilt olarak neşredilmiştir.
Sahîh-i Buhârî’nin bilinen eksiksiz en eski yazması olan bu nüsha ayrıca
yazıldığı Endülüs coğrafyasından önce Fas’a, ardından Mısır’a intikal etmiş,
daha sonra 848’de (1444) İran Horasanı’ndan Anadolu’ya gelip Konya’ya
yerleşen ve Fâtih Sultan Mehmed’in vezîriâzamı Mahmud Paşa’nın davetiyle İstanbul’a gelen Musannifek lakaplı Ali b. Mecdüddin el-Bistâmî’nin (ö.
875/1470) Fatih’teki Sahn-ı Semân medreselerine vakfettiği kitaplar arasında
tek cilt halinde kayıtlara geçmiştir. Musannifek’in 847 (1443) tarihli temellük
kaydının bulunduğu bu tek ciltlik yazma nüshanın baş tarafında Abdülazîz
el-Buhârî’ye (ö. 730/1330) ait et-Tahkīk adlı usûl-i fıkıh eserinden sekiz varaklık bir bölüm bulunmakta, ayrıca nüshada Fâtih Sultan Mehmed’e ait mühür
de yer almaktadır. Fâtih ve Bayezid dönemi kütüphane kayıtlarında Sahîh-i
Buhârî olarak kayda geçen eser, bilahare Murad Molla Kütüphanesi’ne intikal
ettiğinde Müsnedü Ebî Abdillâh el-Buhârî adıyla zikredilmiştir (s. 71).
Sonuç itibariyle kayıtlarda bu nüshanın Buhârî’ye ait el-Câmiu’s-sahîh’in
bir nüshası olduğu bilinmekle birlikte toplam 269 varaklık aynı mecmua içinde belki de başındaki sekiz varaklık başka bir kitaba ait bir parçanın gölgele-mesiyle gözlerden ırak kalmıştır. Bu duruma, tutulan kütüphane kayıtlarında
nüsha hakkında ayrıntılı ve dikkatli bilgi verilmemesinin de sebep olduğu
anlaşılmaktadır. Neticede bu nüshanın 550 (1155) yılına kadar giden çok
değerli ve eksiksiz kadim bir Sahîh-i Buhârî nüshası olduğu şimdiye kadar
farkedilememiştir.
Esasen Sadefî ve Bâcî nüshalarına dayanan İbn Saâde nüshasının, onların
da temelini oluşturan ve el-Câmiu’s-sahîh’in en sağlam nüshalarından sayılan
Ebû Zer el-Herevî nüshasının taşıyıcısı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu
gözle bakıldığında nüshanın tarihini Ebû Zerr’in nüshaya son halini verdiği
389 (999) yılına kadar götürmek mümkündür.
Tıpkıbasıma konu olan Murad Molla nüshası ayrıca İbn Saâde, Bâcî ve
Sadefî yanında Ebû Zer el-Herevî’nin diğer Endülüslü öğrencisi Ebü’l-Abbas
Ahmed b. Ömer ed-Delâî’nin (ö. 478/1085) nüshasıyla Sadefî’nin diğer öğrencisi Ebû İmrân İbn Saâde ve Bâcî’nin öğrencisi Ebü’l-Velîd Yûsuf b. Abdülazîz
İbnü’d-Debbâğ (ö. 546/1152) nüshalarıyla mukayeseler de içermektedir. Tek
ciltte toplam 260 varakta Sahîh-i Buhârî’nin tamamını ihtiva eden nüsha,
Mağrip veya Endülüs hattı denilen bir yazı türüyle yazılmış olup kendine has
bazı özellikler taşımaktadır (bk. s. 66).
Nüshada farklılıklar rumuzlarla satır aralarında veya sayfa kenarlarında verilmiş, bazı açıklayıcı bilgiler nüsha râvileri tarafından eklenmiştir.
Nüshanın ilk varakında kitabın adı kırmızı mürekkeple ve güzel bir yazıyla,
Cemîu’l-Câmii’s-sahîhi’l-müsnedi’l-muhtasar min hadîsi Resûlillâh sallallāhu
aleyhi ve sellem şeklinde kaydedilmiş, müellif Buhârî’nin adından sonra râvisi
Firebrî’nin adı zikredilmiş, ardından nüshaya esas olan Ebû Zer el-Herevî’nin
üç hocasının adları rumuzlarıyla birlikte verilmiştir. Buna göre Ebu Muhammed el-Hammûyî’nin rumuzu (ح ,(Ebû İshak el-Müstemlî’nin rumuzu (س ,(
Ebü’l-Heysem el-Küşmîhenî’nin rumuzu (ه (olarak gösterilmiştir.
Günümüzde yaygın olarak kullanılan ve Ebû Zer el-Herevî nüshası dahil
kendinden önceki birçok Sahîh-i Buhârî nüshasını yaptığı çalışmayla birleştiren Yûnînî (ö. 701/1302) nüshasından yaklaşık 150 yıl, tıpkıbasım nüshanın
kaynağı olan Ebû Zer el-Herevî’yi esas aldığımızda ise yaklaşık 300 yıl öncesine ait olan bu değerli nüshayı diğer nüshalardan ayıran özellikler, inceleme
bölümünde yazma eserler uzmanı Arafat Aydın tarafından tespit edilmiştir.
Buna göre Ebû Zer nüshasıyla diğer nüshalar arasında, bazı takdim-tehirler
ve aynı senedle tekrar eden bazı rivayetlerin çıkarılması gibi hususlar dışında
ciddi bir fark bulunmamaktadır. Diğer nüshalarda “Kitâbü’t-Tefsîr” bölümünde yer alan bir rivayet ise bu nüshada “Kitâbü’t-Tefsîr”de değil, muallak olarak
“Kitâbü’l-Vasiyye”de zikredilmiştir (s. 74).Araştırmacı Aziz Ençakar ve Arafat Aydın’ın gayretleriyle ortaya çıkarılan
ve Suriyeli âlim Muhammed Mücîr el-Hatîb’in yazma üzerindeki incelemeleriyle değeri anlaşılan İbn Saâde nüshası, tıpkıbasımı yapılmak suretiyle aslına
uygun bir şekilde müstakil bir cilt halinde gün yüzüne çıkarılmış bulunmaktadır. Bu değerli nüsha her iki kurum tarafından şanına yakışır bir baskı ve
cilt kalitesiyle ilim âleminin istifadesine sunulmuştur. Yazmanın mahiyeti ve
serüveni hakkında ayrı bir ciltte Muhammed Mücîr el-Hatîb’in Arapça girişi
tercümesiyle, Arafat Aydın’ın Türkçe makalesi de Arapça tercümesiyle birlikte
neşredilmiş, ayrıca bu ciltte yazma nüshadaki bab başlıkları bir indeks halinde yeniden dizilip numaralanmış ve nüshadaki varak sayfaları gösterilmiştir.
Ayrıca orijinal tıpkıbasımın sayfalarında alt köşelere her iki yönüyle varak
numaraları eklenerek, bab başlıklarının yazmadaki yerlerini bulmak çok daha
kolay hale getirilmiştir. Gerek nüshanın basımında gerekse tanıtım, inceleme
ve fihrist cildinde pek çok kişinin katkısı bulunmakta, neşir için büyük emek
harcandığı görülmektedir. Bu bakımdan yapılan çalışma her türlü takdirin
üstündedir.
Yapılan titiz çalışmaya rağmen inceleme ve tanıtım cildinde bulunan bazı
küçük hataları ya da eksiklikleri, yapılan hizmeti mükemmelleştirme bakımından burada maddeler halinde kaydetmek istiyoruz:
1. Tanıtım ve fihrist cildinin dış kapağında kitabın adının ve müellifinin
yazılıp altında tıpkıbasım dendikten sonra inceleme ve fihrist cildi olduğuna
dair herhangi bir kayıt bulunmaması karışıklığa yol açmakta ve bu cildin de
orijinal nüshanın parçası zannedilmesine sebebiyet vermektedir.
2. Her iki cildin kapağının sırt kısmında eserin adının yazılması belki
daha güzel olurdu.
3. Tıpkıbasım ifadesinin sadece inceleme ve fihrist cildine değil, asıl nüshanın kapağına da yazılması daha isabetli olabilirdi.
4. Neşredilen eserin kapak bölümünde eserin ve müellifinin adının yazmadaki hattına uygun şekilde güzel bir Endülüs tarzıyla yazılması isabetli
olmakla birlikte, kapağa Arapça olarak yazılan “tıbâa tıbka’l-asl” ibaresinin
aynı güzellikte yazıldığı söylenemez.
5. İnceleme yazılarından ilkinde Ebû Zer el-Herevî’nin Sahîh nüshasını
aldığı hocalarından İbn Hammûye es-Serahsî’nin nisbesi Hammûyî (s. 16),
ikincisinde Hammevî (s. 51) şeklinde tespit edilmiştir. Kanaatimizce nisbenin doğru zaptı Hammûyî şeklinde olmalıdır. Nitekim tıpkı basımı yapılan
nüshanın ilk sayfasında kitap râvisi olarak bu zatın nisbesi verilirken ötre
harekesiyle bu durum tespit edilmiş bulunmaktadır. Nitekim benzer bir ismin
(Şebbûye) nisbesi, inceleme yazısında (Şebbûyî) olarak tespit edilmiştir (s.
21). Aynı şekilde diğer bir nisbenin (Hatlânî) zaptı (Huttelânî) olsa gerektir
(s. 23).
6. İnceleme yazılarında isabetli bir şekilde Endülüs şehirlerinin bugünkü
isimlerinin verildiği görülmektedir. Bunlardan bazıları gözden kaçmış olmalıdır. Mesela Batalyevs (Badajoz), Şâtıbe (Xativa) olarak kaydedilmelidir.
Dâniye’nin adı bir yerde Dania (s. 59), diğer yerde Denia (s. 63) olarak verilmiş olup, doğrusu (Denia) olsa gerektir. Ayrıca Sarakusta şehrinin bugünkü
adı da (Saragossa) değil (s. 59), (Zaragoza) olmalıdır.
7. İnceleme yazılarında hicrî tarihlerin miladi karşılıkları verilmiş olmakla
birlikte bazı yerlerde gözden kaçırılmış tarihler bulunmaktadır (mesela bk. s.
70, 71). Bunların mutlaka verilmesinde fayda mülahaza edilmektedir.
8. İnceleme yazısında yerinde bir kararla nüshanın özelliklerini yansıtan
örnekler fotoğraf halinde verilerek çalışma görsel zenginliğe kavuşturulmuştur. Ancak bu fotoğrafların altındaki açıklamalarda kanaatimizce metindeki
ibare verildiği gibi, sayfa kenarında rumuzla gösterilen nüsha farkındaki ibarenin de verilmesi isabetli ve anlaşılır olurdu (mesela orijinal metinde įÝ×ĥĕĘ
אهĭĻĐ ibaresi, sayfa kenarındaki diğer nüshada įĭĻĐ įÝ×ĥĕĘ şeklindedir s. 57).
9. İnceleme yazısında 76. sayfada 86 numaralı dipnottaki varak numarası
12a değil, 11a olmalıdır.
Sonuç olarak İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) en iyi Sahîh-i Buhârî
nüshalarından biri olarak niteleyip şerhi Fethu’l-bârî’ye esas aldığı Ebû Zer
el-Herevî nüshasına dayanan ve tıpkıbasımı yapılan elimizdeki bu İbn Saâde
nüshasının tahkikli bir neşrinin gerçekleştirilerek ilim âleminin istifadesine
sunulması herhalde en büyük hizmetlerden biri olacaktır. Bu ilmî neşri en
iyi yapabilecek olan kurumların başında şüphesiz, nüshanın tıpkıbasımını
gerçekleştiren Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) ve
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı gelmektedir. Eserin başka yazmalarıyla mukayese edilerek konunun uzmanı muhakkikler tarafından tahkikli
neşrinin yapılması en büyük temennimizdir.
Mehmet Özşenel, Prof.Dr.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
ORCID 0000-0001-6370-3967
DOI 10.26570/isad.571956Stok Kodu:9789751741165Boyut:26 x 36Kapak Türü:Deri Ciltli Sert KapakKağıt Türü:Kuşe KağıtDili:Arapça
- Taksit Seçenekleri
- Kuveyt TürkTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim850,00850,002442,00884,003300,33901,006153,00918,009103,89935,00
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.